Günümüz dünyasında her şey dijitalleşiyor: Alışverişten eğitime, sağlıktan siyasete kadar hayatın neredeyse tüm alanları bir ekranın içine sığdı. Peki, bu dijitalleşme herkes için aynı kapıyı mı aralıyor? Bilgiye erişimin “eşitliği” sandığımız kadar eşit mi gerçekten?
İşte tam bu noktada, iletişim araştırmalarının önemli kuramlarından biri olan bilgi açığı kuramı (knowledge gap theory) devreye giriyor. 1970’lerde Tichenor, Donohue ve Olien tarafından ortaya atılan bu kurama göre; bilgi, özellikle kitle iletişim araçları yoluyla hızla yayıldığında, bu bilgiden en çok yararlananlar genellikle sosyoekonomik düzeyi daha yüksek olan bireyler oluyor. Yani bilgi arttıkça, toplum içindeki bazı gruplar diğerlerine göre daha hızlı öğreniyor; böylece bilgiye dayalı eşitsizlikler daha da derinleşiyor.
Bugün bu kuramı dijitalleşme çağında yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Dijital Erişim ≠ Dijital Yetkinlik
Artık çoğu insanın cebinde bir akıllı telefon var. Ama bu, herkesin bilgiye eşit erişimi olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye’de pandemi döneminde yapılan uzaktan eğitim uygulaması, bu eşitsizliği gözler önüne serdi. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan çocuklar, internet erişimi ya da cihaz eksikliği nedeniyle eğitimden geri kaldı. Bazı ailelerde birden fazla çocuk tek bir telefonla derslere katılmaya çalıştı. Teknik erişim var gibi görünse de, kullanım becerileri ve olanaklar açısından büyük bir uçurum ortaya çıktı.
Algoritmalar ve Baloncuklar
Bir başka mesele de algoritmalar. Dijital platformlar, kullanıcıların ilgi alanlarına göre içerik sunuyor. Ancak bu kişiselleştirme, bireyin bilgi ufkunu daraltabiliyor. Örneğin Türkiye’de seçim dönemlerinde sosyal medyada “algoritma baloncukları” iyice belirginleşiyor. Kullanıcılar yalnızca kendi siyasi görüşlerine uygun içerikleri görmeye başlıyor ve böylece toplumdaki farklı bakış açıları görünmez hale geliyor. Sonuç? Bilgi çoğalıyor ama çoğumuz yalnızca kendi yankı odamızda dolaşıyoruz.
Dezenformasyonun Hedefi Kim?
Dijitalleşmenin getirdiği bir başka bilgi açığı örneği de dezenformasyonla mücadeledeki eşitsizlik. Örneğin, sosyal medyada yayılan sahte sağlık bilgileri ya da manipülatif siyasi içerikler, genellikle dijital okuryazarlığı düşük olan bireyleri hedef alıyor. “Zeytinyağı kansere çare”, “Dijital kimlikler insanları köleleştirecek” gibi başlıklarla yayılan içerikler, bilgiye ulaşamayan değil, bilgiyle başa çıkamayan kitleler üzerinde etkili oluyor.
Ne Yapmalı?
Bilgi açığı kuramı bize sadece bir sorunu değil, aynı zamanda çözüm yollarını da ima eder: Eğitime, özellikle de dijital medya okuryazarlığına yatırım yapılmalı. Türkiye’de bazı belediyelerin ya da sivil toplum kuruluşlarının dijital eğitimler düzenlemesi, bu alandaki eşitsizliği kapatma adına umut verici adımlar. Ama yeterli değil. Mesele sadece teknolojiye erişim değil; bilgiyle ne yapılacağını öğrenmek.
Gelecek İçin Bugünden Adım Atmak
Bilgi çağında yaşamak, sadece veriye boğulmak değil; o veriyi anlamlandırmak, doğruyla yanlışı ayırt edebilmek ve dijital araçları bilinçli kullanabilmektir. Bu noktada en büyük sorumluluk, eğitimcilere, ebeveynlere ve karar vericilere düşüyor. Çocuklara dijital araçlar kadar dijital bilinç de kazandırmak; gençleri sadece teknoloji kullanıcıları değil, eleştirel düşünen bireyler olarak yetiştirmek hepimizin görevi. Aksi halde, dijitalleşme çağında bilgi açığı kapanmak bir yana, sessizce büyümeye devam edecek. Ve o açığın diğer ucunda, sadece ekonomik değil; demokratik, kültürel ve bireysel eşitsizlikler de derinleşecek.
Kaynak: Bihaber.TR – köşe yazarı Zuhal Sönmezer
Bir Cevap Yaz