Sympathy albümünü oluştururken zihninizde beliren ilk görüntü neydi? Bu görsel izlenim hangi parçayla şekillenmeye başladı?
Tek bir görüntü karesi olmasa da bir çok görüntü oluşmuştu ve “Good Talk” şarkısıyla başladı. Çünkü hayatın her alanında gördüğüm, gözlemlediğim konuşma ve iletişimde anlaşamayan ve güzel konuşamayan milyonlarca insan yığını birikti o görüntülerde. “Good Talk” şarkısı oluştuğunda albümün ana teması ya da kapısı belli olmuştu ve o kapının anahtarını “Sympathy” olarak belirledim.
Yaratım sürecinde en çok hangi duyguyla baş başa kaldınız? Bu duygu albümün genel atmosferine nasıl yansıdı?
En çok baş başa kaldığım duygu adalet duygusu idi. Ve bu duygu albümün geneline yansıdı. Adalet duygusu insan var olduğundan beri hissedilen ve zaman içinde dönüşüp derinleşen yüce bir insani duygu. Müzik ise insan var olmadan önce de olan bir fenomen ve sonsuz bir harmoni okyanusu. Bu yüzden adalet duygusuna doğru müzik oluşturmak, en başa bir yolculuktu benim için. Ve bu sebeple müzik adaletin temelidir.
Albümde bölüm bölüm ilerleyen bir iç akış var. Parçalar arasında bir anlatı sıralaması kurdunuz mu, yoksa her biri kendi başına mı var oluyor?
Albümleri temel bir konsept üzerine yapmaya çalıştığım için ilerleyen bir akış kendiliğinden oluşuyor tıpkı bir senaryo gibi. Ve bu akış veya senaryo ile belirli bir yolculuk hissini oluşturmaya çalışıyorum. Hem kavramsal olarak hem sound açısından birbirini takip eden şarkılar albüm konseptlerimin özü alsında. Şarkı müzisyeni değil de albüm müzisyeni olmayı amaçlıyorum.
Sympathy albümünde zaman zaman çok sakin, zaman zaman içten içe gerilimli bir atmosfer hissediliyor. Bu duygusal geçişleri tasarlarken nasıl bir iç yönelim izlediniz?
Evet tam olarak bunu kastediyorum aslında. Şarkıların başlıkları sakinliğini, gerilimli olmasını veya dramatik olmasını sağlıyor. Nihayetinde duygu, şarkının harmonisini etkiliyor ve insan olarak da enstrümana dokunuşunuzu etkiliyor. İç yönelim ne kadar yoğun olursa, harmoni ve enstrümanla ifadeniz o kadar derin oluyor. Ve bu nedenle hiç bir enstrüman yalan söylemez.
Müzikal ifadeniz bugüne kadar hep sözsüz oldu. Hiç kelimelere yönelme ihtiyacı hissettiniz mi ya da ileride bu yönde bir deneme yapmayı düşündünüz mü?
İnsan sesi sanırım yapılmış en iyi enstrüman. Gitarla yaptığım yolculuğa eşlik edebilecek bir ruhun sesini elbette istiyorum ama onu bulduğum zaman.
Yalnız çalışan bir müzisyen olarak, enstrümantal üretim sürecinizi bir iç sesle yapılan bir sohbete benzetebilir miyiz? Bu içsel konuşmaların müziğe etkisi sizce nasıl şekilleniyor?
Elbette bir iç sohbet ama daha fazlası olduğunu düşünüyorum çünkü herhangi bir zamanda kendi başınıza bir iç sohbet yapsanız da hiç bir zaman yalnız değiliz, hayatın tamamındayız. İç içe olan ve yok sayamayacağımız bir etkileşim bu. İşte müzik de burada anlam kazanıyor. Bu nedenle enstrümantal olan müzik daha derin gelmiştir bana.
Sympathy’yi dinlerken bir zaman boşluğunun içine çekiliyormuşuz gibi bir his oluşuyor. Siz zamanla nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Müziğinizde zaman nasıl akar?
Söylediğiniz zaman boşluğuna çekilmek, hayatın içinde yaptığımız içsel yolculuğu anlatıyor aslında. Oluşan his ise her bir insanın kendine has olan hissi. Ne kadar güçlü ve derin bir his öyle değil mi? Kim bilebilir bir insanın tam olarak ne hissettiğini, işte “Sympathy” kavramı bu hisleri ortaklaştırmaya çalışan bir albüm olarak ortaya çıktı.
Zamanın akması müziğin kendisini tarif ediyor. Ve bu nedenle müzik hep var olacak.
Bir Cevap Yaz